BELEDİYE BAŞKANLARINI SEÇEN HALK, MUHTARLARI DA SEÇEN HALK! PEKİ MUHTARLAR NEDEN YETKİSİZ?

BELEDİYE BAŞKANLARINI SEÇEN HALK, MUHTARLARI DA SEÇEN HALK! PEKİ MUHTARLAR NEDEN YETKİSİZ?

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kayseri Muhtarlar Buluşması Toplantısının açılışında konuştu.

Efendim Kayseri’de bulunmaktan son derece mutluyum. Sizlerle bir arada olmak benim için daha da önemli. Diyeceksiniz ki, muhtarlarla beraber olmak nasıl daha önemli oluyor. Önemi şu, sizler bulunduğunuz toplumun kanaat önderisiniz ve sizlerin arkasında halkın oyu var, halkın desteği var. Muhtar olmak kolay değil aslında zor bir şey. Siyasi partiler gibi değil, tek başınıza çıkıyorsunuz ya köyün önüne köylüye veya çıkıyorsunuz mahalleye, ben muhtar adayıyım diyorsunuz diğer adaylar da çıkıyor ve dolayısıyla halk gelip sizi seçiyor. Dolayısıyla demokrasi açısından en saf, en temiz, en doğru, en dürüst seçimler Türkiye’de muhtar seçimleridir. Bu açıdan muhtarlar bizim toplum açısından çok değerlidir.
Kanaat önderidir diyorum muhtarlar. Neden kanaat önderi? Halk sizi seçti köyde veya mahallede birisinin başı bir şekliyle derde girerse kapısını çalıp en rahat ulaşabileceği kişi muhtardır. Milletvekiline ulaşamaz, belediye başkanına ulaşamaz, bakana ulaşamaz. Dönemin başbakanı var diyelim, başbakana ulaşamaz, zorlukları vardır. Ama muhtar öyle değildir, kapısını çalar gider ve muhtara derdini anlatır, böyle bir derdim var der. Dolayısıyla vatandaşın derdini dinleyen muhtar da elinden gelen bütün çabayı gösterir, sorunu varsa sorununu çözmek için mücadele eder.
Şimdi muhtarlara girmeden önce tabi ben üç değerli arkadaşımızı dinledim, sizlerin dinlediği gibi de onları büyük bir dikkatle dinledim. Bir iki düzeltme yapmak isterim.
Bir; Türkiye Cumhuriyeti devletinde ve yüreğinde insan sevgisi olan dünyadaki bütün halklar için söylüyorum, bütün milletler için; terör bir insanlık suçudur, terör kimden ve nereden gelirse gelsin. Bunu belki bin sefer söylemişim, binbirinci sefer burada yine söyleyeyim, terör bir insanlık suçudur kimden ve nereden gelirse gelsin. Terörün gerekçesi olmaz. Teröre karşı durmak bir insanlık görevidir. Eğer insansanız, insanı seviyorsanız, Allah’ın yarattığı en değerli varlık insandır diyorsanız teröre karşı çıkacaksınız. Nokta. Bu hepimizin ortak görevidir. Düşüncelerimiz farklı olabilir, kimliklerimiz farklı olabilir, inançlarımız farklı olabilir, yaşam tarzlarımız farklı olabilir ama hepimiz insanız, dolayısıyla hepimizin tek bir görevi vardır, temel görevi teröre karşı durmaktır. Bundan hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın.
İki; isim verdiğiniz için söyleyeyim, Sezgin Tanrıkulu. Sezgin Tanrıkulu’nun katıldığı o cenaze töreni Tahir Elçi’nin cenaze törenidir. Tahir Elçi, bu kadim şehirde yani Diyarbakır’da terör istemiyoruz diye bir basın toplantısı yapıyor ve faili meçhul, orada öldürülüyor. O cenaze törenine bütün siyasi partilerden katılım var. Sadece sosyal medyada photoshop yapılıyor, tabutun başına bir terör örgütünün bayrağı konuyor, Sezgin Tanrıkulu’yla yan yana getiriliyor ve yayınlanıyor. Bakın bu Meclis’te söylendi, TBMM’de. Bu konuda faili aramak için davalar açıldı. Tamamen ama tamamen yalan bir şeydir. Kaldı ki; Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır Baro Başkanlığı yaparken en açık ve en net şekilde “terör örgütüne karşıyız” diye açıklama yapan kişidir. Hani şunu kabul ederim, hiçbir teröristin cenaze törenine asla ve asla hiçbir siyasi partinin yöneticisinin, milletvekilinin, il başkanının, ilçe başkanının katılmasını doğru bulmayız, doğru değildir.
Benim milliyetçilik anlayışım vatanseverliktir. Bayrağımı seviyor muyum? Bakın bizim bağımsızlık anlayışımızın da, milliyetçilik anlayışımızın da temelini Mustafa Kemal Atatürk’ün iki cümlesi söyler. Birisi şudur, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” der. Yani hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Bayrağımın altında özgürce yaşarım, hiç kimsenin, hiçbir egemen gücün gölgesini kabul etmem diyor. Bu siyasi bağımsızlıktır. Peki siyasi bağımsızlık, bir ülkenin bağımsızlığının sürekliliği açısından yeterli mi? Hayır yeterli değil. Onu da yine Mustafa Kemal Atatürk söylüyor. Ne diyor? “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça siz bağımsızlığınızı koruyamazsınız” diyor. Bu da ekonomik bağımsızlıktır. Eğer 21.yüzyılın Türkiye’si, Londra’daki bir avuç tefeciye gidip bana para ver dünyanın en yüksek faizini vereceğim diye para dileniyorsa, ben o yöneticilerin hiçbirisine milliyetçidir diyemem. Bakın bu kadar açık söylüyorum. Neden diyemem? Milliyetçilik ne söyledim, Mustafa Kemal Atatürk ne diyor? “Ekonomik açıdan da güçlü olacaksınız” diyor. Kayseri’desiniz, hep beraber Kayseri’deyiz, 1925 yılında Kayseri’de uçak fabrikasının temeli atıldı. Yumurta satarak bu ülkede şeker fabrikaları kuruldu. Osmanlının borcu son kuruşuna kadar ödendi. Hiç kimseye gidip el avuç açılmadı. Hiçbir tefeciden borç para istenmedi. Ama uçak fabrikalarını kurdular. Kayseri’de uçak fabrikası kuruldu, 7 yıl sonra Kayseri’den kalkan ilk uçak Ankara’ya indi. 1940’lı yıllarda Türkiye, dünyaya uçak ihraç eden 5 ülkeden birisiydi. Para mı dilendiler, para mı istediler, yalvardılar, yakardılar mı? Çünkü Lozan anlaşmasına giden İnönü’ye dönemin İngiltere Başbakanı yani Churchill şunu demişti: “Şimdi biz bu hakları size veriyoruz ama siz yarın para istemek için bize geleceksiniz. Bugün reddettiklerinizin tamamını tek tek cebimden çıkaracağım size göstereceğim, kabul ederseniz para vereceğim.” Onları unutmadılar, para dilenmediler, haklarını sonuna kadar savundular. Benim milliyetçilik anlayışım budur. Başkasına el avuç açan yani dilenen insan emir alır arkadaşlar. Para dileniyorsanız emri getireceğiz, yoksa para vermeyiz diyorlar.
O açıdan ekonomik bağımsızlığımız çok önemli, bayrağımız çok şükür tamam ama ekonomik bağımsızlığımız şu anda tehlikede, kime sorarsanız sorun. Eğer siz 18 yılda dışarıdaki tefecilere yani bize borç verenlere, 187 milyar dolar faiz ödemişseniz oturup hepinizin düşünmesi lazım. Sadece benim değil, muhtar olarak sizin de düşünmeniz lazım. Ne oluyor da cumhuriyet tarihinin bütün dönemlerinde ödenen faizin kat kat fazlasını ödemişiz? Son 18 yılda, 187 milyar dolar faiz ödemişiz. Kim ödedi faizi? Faiz ödedik. Satmadığımız fabrika kalmadı. O paraları da yedik, borç aldık, onları da yedik. Yunanistan kaçla borçlanıyor uluslararası piyasalardan? Binde 9. Bin liradan 9 lira faiz veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti? En son 2,5 milyar aldılar, yüzde 6’dan. Dünyanın en yüksek faizini veriyorsunuz, dolar bazında yüzde 6 faiz veriyorsunuz. Niçin? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim koruyacak?

Kayseri’de de var, şehir hastaneleri yapıldı; karşı çıkmadık, şu soruyu sorduk: Kaça yaptın bu hastaneyi? Bilen var mı? Bilemezsiniz. Ben de bilmiyorum, 600 milletvekili de bilmiyor. Havaalanı yaptık; gayet güzel, yapabilirsin, seviniriz, alkışlarız da. Kaça yaptın? Çin’e sordum, Çin Asya’nın en büyük havaalanını yaptı, büyükelçiye açtım telefonu dedim ki; “o havaalanının bana maliyetini gönderir misin?” Tak diye bir hafta içinde geldi. Yıllardır havaalanını kaça yaptınız arkadaş, parasını biz ödüyoruz hani başkası ödese deriz ki tamam bedavadan geldi, havaalanı yapıyorsunuz kaça yaptınız? Bilmiyoruz.
Peki, size milliyetçilik konusundan bir örnek daha vereyim. Hangi milliyetçiliği biz savunuyoruz? İhale yapıyorsunuz, güzel. İhaleyi yapan kim? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümeti yani bizim hükümet. İhaleyi alan kim? Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı, gayet güzel. İhalenin parası ne? Dolar. Bu memlekette Türk lirası yok mu, niye ihaleyi dolarla yapıyorsun, niye yapıyorsun? Hani milliyetçiydik biz, hani biz yerliydik arkadaş? Dolarla yapıyorsun güzel, hadi onu da yaptın diyelim, yarın diyelim ki ihtilaf çıktı, oldu ya bir ihtilaf çıktı müteahhitle hükümet arasında bir ihtilaf yani ihaleyi veren kurumla ihaleyi alan ihtilaf çıktı, nerede görülecek dava? Londra mahkemelerinde. Niye Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mahkemelerinde görüşülmüyor? Değerli muhtar arkadaşlarım, kaçınız sorguladı bunu, kaçınız bu yanlıştır dedi, kaçınız böyle bir yönetim olmaz dedi? Yeni bir siyaset anlayışını getirmek istiyoruz; bakın yeni bir siyaset anlayışı, ahlaklı bir siyaset anlayışı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyan bir siyaset anlayışını getirmek istiyoruz. Bu millet kavgalardan bıktı. Bu millet kavgadan bıktı. Siz nasıl en saf, en temiz demokratik yollarla seçiliyorsanız bir milletvekilinin de aynı şekilde seçilmesi lazım. Milletvekili nedir? Milletin vekilidir değil mi? Milletvekili, milletin vekilidir. Milletvekili milletin vekili değil de Mecliste ihale takip eden bir adamsa siz buna milletin vekili diyebilir misiniz? Milletvekilleri için bir ahlak kanunu, etik kanunu olması lazım arkadaşlar, bir ahlak kanunu olması lazım. Ben bunu yıllardır söylüyorum.
Şunu da ifade edeyim, Kayseri’de oyumuz az, ben bunu biliyorum. Ama kabahat Kayserilide değil, kabahat bizde onu da söyleyeyim. Ankara’da oturup konuşacaksın, ey vatandaş bana oy ver. Niye gidip çayını kahvesini içmiyorsun, niye gidip derdini dinlemiyorsun, niye çözümlerini anlatmıyorsun? Kabahat kimde? Kabahat bizde. Ben Kayserili’de kabahat var demem. Kusur kimde? Kusur bizde. Dinleyeceksin, sorununu dinleyeceksin, bizden şikayetini dinleyeceksin. Oturacağız, konuşacağız, anlatacağız. Eksiğimiz var. Olabilir. Eksiği vatandaş bize söyler zaten, bu eksiğiniz var der, biz de öğreniriz, aynı hatayı yapmamaya çalışırız. Bu bizim açımızdan çok önemli değerli arkadaşlarım.
Televizyondaki bir tartışma programı. Olay ne? Tank palet fabrikası. Nerede? Sakarya’da. Değeri ne kadar? 20 milyar dolar. 20 milyar dolarlık bu tank palet fabrikası kimin? Ordunun. 20 milyar dolarlık ordunun tank palet fabrikası kime verildi, kimlere verildi? Katar ordusuna. Kaç liraya verildi bilen var mı? 100 milyon dolar, 50 milyon dolar, 75 milyon dolar. Sıfır dolar. 1 dolar dahi almadan, 1 dolar bakın, hatta kuruşa inelim, 1 cent bile almadılar. Türk lirası 1 kuruş bile almadılar. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ordusuna ait 20 milyar dolarlık bir tank palet fabrikası, Katar ordusuna sıfır fiyatla verildi. Kaçınız itiraz etti? Ordu diyoruz, bizim ordumuz diyoruz, şehitlerimiz diyoruz. Peki ordunun hakkını, hukukunu kim savunacak, peygamber ocağını kim savunacak, Mustafa Kemal’in ordusunu kim savunacak? Nasıl olur da siz 20 milyar dolarlık bir tank palet fabrikasını tank üretsin diye vereceksiniz Katar ordusuna. Katar tank mı üretiyor? Hayır tank üretmiyorlar. 2018’de bize ilk tank verilecekti. Hangi yıldayız? 2020. Nerede bu tanklar? Defalarca gündeme getirdim, dilimde tüy bitti. Sonunda dediler ki; “efendim Katar buraya 50 milyon dolarlık yatırım yapacak, onun için biz bu fabrikayı verdik.” Çıktım şunu söyledim: “Katar’la sözleşmeyi feshet, 50 milyon doları bir hafta içinde bulup o fabrikanın kasasına koymazsam ben siyaseti bırakacağım, sen de benden kurtulmuş olacaksın.” Değil mi sen de benden kurtulmuş olacaksın. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde bir kampanya açsak, desek ki herkes 1 doları versin, ne demek devletin ordusunun fabrikasını-ki bu tank palet fabrikası Avrupa’nın en önemli 5 büyük fabrikasından birisi-kimisi birer dolar, kimisi 50 dolar, kimisi 100 dolar verir, ne olacak bir hafta değil üç günde toplarsınız 50 milyon doları, 50 milyon dolar dediğiniz nedir? Bu da olmadı. Buna kim itiraz edecek? Ordu güzel, bol bol güzel laflar edelim ama fabrikasını da arka taraftan Katar’a verelim. Bu mudur orduyu sevmek, bu mudur bayrağı sevmek, bu mudur vatanı sevmek? Ben bunu hazmedemem arkadaşlar! Genelkurmay Başkanından en alttaki erine kadar bütün ordunun benim başımın üstünde yeri vardır, en aşağıdan en yukarıya kadar. İki kurumun siyasete bulaşmaması lazım, iki kurumun kuruluş tarihi aynı gündür TBMM’de; bir Genelkurmay Başkanlığı, iki Diyanet İşleri Başkanlığı. Bu ikisi siyasetin dışında olmak zorundadır. Dönemin Genelkurmay Başkanı, Atatürk hayattayken milletvekili olmak ister, hem Genelkurmay Başkanı olayım, hem milletvekili. Atatürk der ki; “Hayır, ya Genelkurmay Başkanı olacaksın ya da milletvekili, ikisi beraber olmaz. Orduyu siyasete bulaştırmam.” Doğru mu? Doğru. Bugünde aynı kuralın çalışması gerekiyor mu? Aynı kuralın çalışması gerekiyor.
Şimdi gelelim bir diğer konuya. Siz muhtarsınız, seçildiniz, gayet güzel. Halkın desteğini aldınız, gayet güzel. Hepinizin bulunduğunuz bölgenin bir kanaat önderi olduğunu söyledim, gayet güzel. Bu ne yükler insana? İnsana sorumluluk yükler. İsteseniz de, istemezseniz de bir sorumluluk altına girmiş oluyorsunuz. Muhtar seçildiğiniz andan itibaren, milletvekili seçildiğiniz andan itibaren, belediye başkanı seçildiğiniz andan itibaren, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi seçildiğiniz andan itibaren bir sorumluluğunuz olur. Memleket bu haldeyken ben sorumluluğumun gereğini dürüst bir insan olarak, altını özenle kalın çizgilerle çiziyorum, kavgadan uzak dürüst bir insan olarak yerine getirmeye çalışıyorum. Sizler de yerine getirmek zorundasınız, sizin de sorumluluğunuz var. Ordunun hakkını sadece ben mi koruyacağım siz niye korumuyorsunuz? Tank palet fabrikasının Katar ordusuna bedava verilmesine ben mi karşı çıkacağım sadece, sizin de karşı çıkmanız lazım. Londra’daki tefecilere 187 milyar dolar faiz vereceksiniz 18 yılda, sadece buna ben mi karşı çıkacağım, sizin de karşı çıkmanız lazım. Eski alışkanlıklarımızı terk etmemiz lazım. Yeni bir siyaset anlayışı, ahlaklı bir siyaset anlayışı. Siyaset zenginleşme aracı değildir, köşeyi dönme aracı değildir.

Bakınız değerli muhtar arkadaşlarım, Türkiye’de üç kişi arabasında Türk bayrağı taşır, üç kişi, üç makam; bir Cumhurbaşkanı, iki vali, üç büyükelçi arabalarında Türk bayrağı taşırlar. TBMM Başkanı mesela taşıyamaz, Genelkurmay Başkanı taşıyamaz. Üçü devleti ve hükümeti temsil ettiği için üçü Türk bayrağı taşır. Şimdi ben sizin vicdanınıza seslenmek isterim, yurtdışına büyükelçi olarak atadığınız kişi rüşvet aldıysa ve siz onu oraya büyükelçi atadıysanız Türkiye’nin imajı ne olur? Ben sizin sadece vicdanınıza sesleniyorum, ne olur? Ahlak ve adalet iki kavram kardeştir. Ne diyor Hz. Mevlana? “Adalet bir kutup yıldızı gibidir bütün kainat onun etrafında döner” diyor. Adalet bu kadar soylu bir kavramdır. Ne diyor Bilge Sadi? “Dünyanın bütün nehirleri, adalete susamış bir insanın susamışlığını gidermeye yetmez” diyor. Hepimiz adalete susadık, hepimiz! Niye bu kadar adaletsizlik oluyor, oturup konuşmamız lazım.
Gelelim muhtarlara. Aslında girişi böyle yapmayacaktım, giriş sadece muhtarlara özgüydü ama sağolsun Muhtarımız, Sayın Başkanımız konuyu biraz daha farklı bir alana çektiği için girişi böyle yapmak zorunda kaldım.
Efendim muhtarlar için ne yapmalıyız? Sayın Başkan bir kısmını saydı gayet güzel. Biz muhtarlara hep demokrasinin temel taşı dedik. Niye temel taşı? Çünkü bu topraklarda yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir. 1833 Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde yapılan bir muhtarlık seçimidir. Dolayısıyla kimse kalkıp muhtarlara demokrasi dersi veremez. Diyeceksiniz ki, sen ne söylüyorsun kardeşim, bu topraklarda yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir. Milletvekili seçimi yok mesela muhtarlık seçimi var. Dolayısıyla muhtarlık kurumu, bizim demokrasi tarihimizin mihenk noktasıdır. Peki muhtarlık seçimi bu kadar derin ve köklüyken, tarihsel kökleri varken acaba siyaset kurumu muhtarlara gerekli önemi veriyor mu, vermiyor mu bunu anlatacağım size. Evet muhtarlar bir ara hiç aylık falan değil ödenek almıyorlardı. Her gittiğim yerde bunu seslendirdim, nihayet verildi. Güzel; ama ben ödenek demedim, ben aylık dedim. Belediye Başkanı aylık alıyor mu, alıyor, o da seçimle geldi. Milletvekili aylık alıyor mu, alıyor, o da seçimle geldi. Cumhurbaşkanı aylık alıyor mu, o da aylık alıyor, o da seçimle geldi. Muhtar da seçimle geldi. Niye muhtarınki ödenek oluyor da aylık olmuyor, niye olmuyor? Birinci isteğim sizden hepinizden kim muhtarlara aylık vereceğiz diyorsa oyunuzu gidip oraya verin bu kadar basit.
Muhtarlık kanunu. Bakın değerli muhtar arkadaşımız ifade etti bende bu rakamı buraya bakıyım çünkü şaşırmayım diye. 82 değişik kanunda 354 maddede muhtar adı geçiyor. Bu kanunları ne ben biliyorum, ne de o maddeleri siz biliyorsunuz. Neden sizin bir bağımsız, tutarlı, iç tutarlılığı olan bir muhtarlık kanununuz yok, niye yok? Biz bu sorumluluğu üstlendik, bir muhtarlık kanunu hazırladık. Muhtarların birden fazla derneği var, o derneklere gönderdik dedik olur ya bizim atladığımız bir şey olabilir, yanlışımız olabilir, eksiğimiz olabilir bunları tamamlayalım. Gönderdik. Geçen dönem bu muhtarlık kanununu teklif ettik meclise gündeme alınmadı. Bu dönem yeniden vereceğiz. Sizlerde lütfen takip edin, sizin de bir kanununuz olsun, bağımsız bir muhtarlık kanunu olsun. 82 kanun nereden bileceğim ben 82 kanunu. 354 maddede muhtar geçiyor nereden bileceğim, hangi yetkim var benim, bu yetkiler birbiriyle çelişiyor mu çelişmiyor mu onu da bilmiyorum ben. Onu da aşmamız lazım. Muhtarlık seçimi. Oy kullanmaya gideriz, kabine gireriz malum birleşik oy pusulası var partilerin amblemleri var oradan birisine oyumuzu veririz. Bakarız orada böyle yan tarafta durmuş 3 – 4 tane daha üstünde muhtarların fotoğrafı olan küçük böyle fotoğrafı olan pusula. Pusulada denmez de hadi pusula diyelim. Evet fotoğraf. O fotoğrafı alacaksın, fotoğraf yok mu peki. Şimdi onlardan birisini beğenmiyorsanız onu alıp cebinize koyuyorsunuz ki vatandaş bir daha oy kullandığında onu görmesin bana oy versin diye. Sizin niye birleşik oy pusulanız yok, niye yok? Sandık aynı sandık, kabin aynı kabin, oy sayımı yapan memurlar aynı memurlar. Oy veren vatandaş aynı vatandaşlar. Sizin birleşik oy pusulanızın olmaması size değer verildiği için mi? Hayır. Nasıl olsa bunlar muhtar diyorlar boş ver böyle giderler. Size değer verilmediği için. Niye size değer verilmiyor? Vatandaş gelip oy kullanıyorsa muhtarlar giderler başvururlar milletvekili adaylığı için nasıl yapılıyorsa, belediye başkanlığı için nasıl yapılıyorsa birleşik oy pusulası olur orada gider vatandaş hangi muhtarı beğeniyorsa altına basar mührünü oyunu kullanır. Evet bunların olması lazım.
Şimdi bakınız, çoğu yerde ben muhtar arkadaşların kirada kaldıklarını biliyorum. Kendi binaları yok veya derme çatma bir yer varsa muhtarlık binası diye orada kalır. Niye sizin böyle güzel, tek katlı, dosyaları koyabileceğiniz, yanınızda bir personelin çalışabildiği veya bir sekreterin veya bir özel kaleminizin olduğu ve sizin de muhtarlık olarak ayrı bir makamınızın olduğu bir yer niye olmaz? Fazla değil 40 metrekare, 50 metrekare güzel, şık, uzaktan bakıldığı zaman evet bu muhtar evidir diyebileceğimiz ister Hakkari’de, ister Edirne’de bu muhtar evidir diyebileceğimiz tek tip bir yapı neden olmaz? Çok mu pahalı? Hayır. Niye olmaz, niye talepte bulunmazsınız? Talepte bulunun bütün muhtarlar olarak. Ben bir iki kişi veya 5 kişi, 50 kişi talepte bulunabilir ama bütün muhtarların benim saydıklarım ortak talep olması lazım. Bütün muhtarların ortak talebi. Hangi partiye gönül verirlerse o ayrı bir şey ben ona değinmiyorum o ayrı bir şey. Ama muhtarların kendi çıkarlarını koruma konusunda camia olarak ortak hareket etmeleri lazım. Yardımcı büro personelinden bazı belediyeler veriyor dediniz. Muhtarın bir özel kalem müdürünün olması lazım. Yani muhtar bir yere gittiği zaman muhtarın telefonlarına bakacak, gelen dosyaları alacak, onları gelen giden evrak defterine kaydedecek bir arkadaşın olması lazım. Bunu bizim belediyelerimizin bir kısmı muhtarlara bir personel veriyorlar o bu işe bakıyor. Ama olmayan yerlerde hiçbir şeyde olmuyor. Neden bağımsız personel olması lazım? Eğer belediye size bir personel veriyorsa hadi buyurun bakalım o belediye başkanının bir yanlışını dile getirin ertesi gün ben memurumu geri çekiyorum der hiçbir şey yapamazsınız. Bir başka yerin size verdiği, başka bir otoritenin size verdiği ya da yaptığı bir katkı sizin iradenizi sınırlar. Sizin iradenizin sınırlanmaması için o memurun kamu tarafından atanması, görevini yapması, 657’ye tabi olması ve dolayısıyla siz gidersiniz bir dahaki seçimde seçilmediniz ama o arkadaş orada duracak. Böylece muhtarlık kurumunun devamlılığını da sağlamış olacaksınız. Yani oradaki olayların mahalleyle, köyle ilgili olayların devamlılığını yeni gelecek muhtara aktaracak bir görevli olacak. Bu kadar işsiz var Türkiye’de. Sınırlamada getirebilirsiniz yani en düşük memur aylığı verilecektir de diyebilirsiniz. Yani eğer işiniz çok zor bütçede param yok diyorsanız bu da olur. Ama dediğim gibi bunun talebi sizden gelmeli.
Köy tüzel kişiliklerinin evet yeniden açılması lazım, köy tüzel kişiliklerinin mallarının iade edilmesi lazım, köy tüzel kişiliklerinin bütün mallarını aldılar muhtar tek başına kaldı yapacak hiçbir şey yok. Köy gene köy ama adına mahalle dedik elindeki bütün yetkileri aldık bu doğru değil bunun kalkması lazım.
Muhtarlık bütçesi, evet muhtarlık bütçesi olmalı. Şu örneği hep veririm; diyelim ki mahallenizde ihtiyaç sahibi bir ailenin çocuğu İstanbul’da veya Sivas’ta veya Samsun’da bir üniversiteyi kazandı, yol parası lazım ama yol parası bulamıyor çocuk gidip kaydını yapacak, gelecek. İlk başvurması gereken yer neresi? Muhtarlığa başvurması lazım, senin tanıdığın var, acaba bu çocuğa bir yol parası bulabilir miyiz diye. Halbuki muhtarlığın bütçesi olsa ne diyecek? Tabi diyecek. Hemen otobüs biletini alıyorum, gider olarak da kendi defterimize kaydediyorum, gitsin kaydını yapsın gelsin buraya. Doğru mu? Doğru. Aklınıza şu soru gelebilir, efendim muhtarlık bütçesi lafı çok güzel de paramız olacak, bütçemiz olacak bu çok güzel de bunun kaynağı ne olacak? Hükümet diyor para yok. Tefeciler talimat veriyorlar, yüzde 6 faiz dünyanın faiziyle borç alıyoruz, nasıl muhtarlık bütçesi olacak? Bulunduğunuz mahallede dairesi olanlar, binası olanlar emlak vergisi veriyor değil mi? Veriyorlar. Kime veriyorlar? Belediyeye veriyorlar. Belediye Başkanına oy veren vatandaş size de oy veriyor mu? Size de oy veriyor. Emlak vergisi payının en azından düşük bir miktarı muhtarlıklara verilemez mi? Verilebilir. Böylece gidip de belediyenin önünde bize de para ver, bize de şunu yap, bize de bunu yap demez muhtar, bütçem var der. Kaynak var, yeter ki samimi olun, ben bu sorunu çözeceğim deyin. Neden ben bunu biliyorum? Kamu görevinde, 27,5 yıl devlette çalıştım. 27,5 yılın çok az bir dönemi hariç Maliye Bakanlığında geçti. Vergi nasıl toplanır, bütçe nasıl yapılır, harcamalar nasıl yapılır bunlarla geçti bütün hayatım. Başbakanlarla tartıştım, bakanlarla tartıştım, onlara anlattım, ben anlattım, üstatlarım anlattılar, başkaları anlattı, bütün hayatım bunun üzerine geçti. Bütçeniz olmalı ama bütçe size bir sorumluluk getirir, aynı zamanda denetim de olmalı, parayı doğru dürüst harcadınız mı harcamadınız mı diye.
Sosyal yardımların dağıtılması. Sosyal yardımları dağıtacaksan, ihtiyaç sahibi aileyi en iyi kim bilir? İki kişi. Mahallenin bakkalı, mahallenin muhtarı, bu iki kişi bilir. Biz Ankara’da oturuyoruz, sosyal yardım yapacağız ihtiyaç sahibi aile arıyoruz. Ankara’dan nereden bileceksin Hakkari’yi, nereden bileceksin Şırnak’ı, nereden bileceksin Muğla’nın köyünü ya da Muğla’nın mahallesini, nereden bileceksin Çankırı’yı, Çorum’u, Yozgat’ı veya Kayseri’deki bir mahalleyi nereden bileceksin? Mahallenin muhtarı bunların hepsini bilir. Konuştuğum bir muhtar şunu söyledi, “bu akşam hangi evde anne çocuklarına yemek yediremiyor ben onu biliyorum” diyor gecekondu mahallesinde, ben onu biliyorum diyor. Sosyal yardımları ne diye yapıyoruz biz ve nasıl yapıyoruz? Fakirleri alıyoruz, diziyoruz sıraya, televizyonları da çağırıyoruz oraya, onlara yardım yapıyoruz, televizyonlar onları gösteriyor, biz de vicdanımızı tatmin ediyoruz bak yardım yaptık diye. Aslında istismar ediyoruz. Hani hepimiz dindarız, hani hepimiz Müslümanız, hani sağ elin verdiğini sol el görmeyecekti? Nerede peki unuttuk? Hani bunları nasıl yapıyoruz biz, bu kültür yozlaşması nasıl ortaya çıktı ve kimler çıkardı bu kültür yozlaşmasını. Biz İzmir’de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız şimdi aynı şekilde İstanbul başlattı Büyükşehir Belediye Başkanlarımız bütün fakir ailelerin çocuklarına sabahları götürür sütü kapısına bırakır giderler. Arabaları var ama hiç kimse bilmez, o ailenin fakir olduğunu sadece belediye bilir. Bu anlayış doğru mu? Doğru. İnancımız açısından doğru mu? Doğru. Ahlaki açıdan doğru mu? Doğru. Sosyal yardımı muhtar aracılığıyla yaparsan o sosyal yardım amacına ulaşmış olur, fakir aileye ulaşmış olur. Dolayısıyla Belediye Başkanları yapabilirler ama işbirliğini mutlaka muhtarla yapmaları lazım ve bütün muhtarların da ortak talep olarak bunu dillendirmesi lazım.
Belediye meclisi toplantılarına katılmak. Sizin mahallenizle ilgili bir karar alınır, sizin hiç haberiniz bile olmaz. Sonra mahalleli gelir, ne oluyor muhtarım der, siz dersiniz vallahi haberim yok. Niye haberiniz yok? O mahallede oturanlar sizi seçmedi mi? Seçti. Belediye başkanını seçti mi? Belediye Başkanını da seçti. Peki o mahalleyle ilgili bir karar alınırken muhtarın görüşüne neden başvurulmaz. Kanun ne olmalı? Kanun şöyle olmalı, mahalleyle ilgili veya köyle ilgili bir karar alındığında, belediyenin yetkisi çerçevesinde o karar belediye meclisinde görüşülürken mahallenin muhtarı mutlaka belediye meclis toplantısına katılır, ona söz hakkı verilir ve oy hakkı verilir. Bakın sadece söz değil, söz ve oy hakkı verilir. Bunun böyle olması lazım. O zaman ne olur? Muhtar der ki, bu mahalleyle ilgili ben giderim konuşurum, belki mahallelilerle ne diyorsunuz ben gidip ona evet mi deyim, hayır mı deyim. Belki herkes evet der çok iyi oldu. Gidersiniz siz de mahallelinin talebini oraya aktarırsınız. Belediye meclisinde görüşülen ağırlıklı konu ne? İhale işleri, imar işleri. Oraya 5 katlı mı apartman yapıyım, yoksa 5 katlı apartman yapılacak yere 20 katlı mı yapayım. Siz belki diyeceksiniz ki bu mahalle bahçeli evlerden oluşuyor buraya böyle bir gökdelen dikmek doğru değil diyeceksiniz, mahallenin talebi budur diyeceksiniz. Böyle bir yetkinizin olması lazım.
Başka bir şey daha, halk sizi seçti muhtar oldunuz ama muhtarlık bir kamu kurumu değil kanuna göre. Niye değil? Sizi seçen kim? Halk. Arkanızdaki güç ne? Halk. Belediye Başkanını seçen aynı halk ama o bir kamu kurumu ama muhtarlık kamu kurumu değil. Dolayısıyla belediyeler muhtarlıklarla proje yapamazlar, kanun engel buna. Kaçınızın haberi var, kaçınız biliyorsunuz? Neden bunu talep etmiyorsunuz? Sizin mahallenizle ilgili bir şey olur bir proje gelişirse muhtarlıkla beraber olması lazım, bir protokol olması lazım, imzalanması lazım. Belediye kanunundaki o maddenin değişmesi lazım. Muhtarlığın bir kamu kurumu olarak tanımlanması lazım.
Ödenek konusuna değindiniz, muhtarların bir yere gittiğinde izinli ödeneği kesiliyor diye. Aylık olması lazım ödenek değil. Belediye Başkanınınki ödenek mi, milletvekilininki ödenek mi, Cumhurbaşkanının ki ödenek mi? Hayır maaş. Sizin de maaşınızın olması lazım. Sizin de izin hakkınız olması lazım. İzine çıkıyorsunuz kesiliyor. Nasıl olacak bu iş? Bunların düzelmesi lazım. Bu talebin de olması gerekiyor.
Başka bir şey, son bir şey on birinci madde. Türkiye genelinde bir Türkiye Muhtarlar Birliğinin kurulması lazım. Çok parçalı bir yapı var muhtarların örgütlenmelerinde. Siyasi anlayışa göre belki örgütlenmeler olmuş. Türkiye Muhtarlar Birliği diye bir birliğin olması lazım, merkezinin Ankara’da olması lazım, o birliğe seçilecek üyelerin muhtarlar tarafından seçilmesi lazım başkanı dahil olmak üzere. Böylece ne olacak? Nasıl Türkiye Belediyeler Birliği varsa Türkiye Muhtarlar Birliği de mutlaka olmalı.
Bunları niye anlattım? Siyaset kurumu muhtarlığı gerçek anlamda muhtarlık olarak görmek istiyorsa, muhtarları seçimle gelen ve aynı zamanda bulunduğu yerin kanaat önderi diye algılamak istiyorsa bu düzenlemeleri yapmak zorundadır. Benim sizden isteğim ne? Benim sizden isteğim şu, siyasi görüşleriniz farklı olabilir, hepsine saygılıyım ama bir konuda ortak hareket etmek zorundasınız. Bu 11 maddeyi hangi siyasi parti parlamentoda görüşülürken el kaldırır destek verirse oyum onun arkasında dersiniz. Yapmıyorum diyene kusura bakma sana oy vermeyiz demeniz lazım. Diyecek misiniz? Bu söylediklerim devlet bütçesine çok büyük bir yük getirmiyor. Hatta hiç yük getirmiyor ama bu söylediklerim muhtarlıkların ciddi bir kurum olarak, kamu kurumu olarak öne çıkmasını sağlıyor. Bu düzenlemeleri ben muhtarları çok sevdiğim için söylemiyorum. İnsanları seviyorum yani onun muhtar olması veya vatandaş olması veya bakkal, manav olması önemli değil. Bütün insanlarımızı seviyoruz. Bunları söylememin temel nedeni Türkiye’de demokrasi güçlensin. Çünkü muhtarlık kurumu güçlendikçe demokrasi güçlenecek, demokrasinin güçlenmesi lazım. Türkiye’nin üçüncü sınıf bir demokrasiye ihtiyacı yoktur. Birinci sınıf demokrasi olmalı bizde. İnsanlar düşüncelerini özgürce söyleyebilmeliler. Hiç kimseyi düşüncesinden ötürü suçlamamalıyız. Bakın bunun da altını özenle çiziyorum. Farklı düşünceleri dile getirmek kadar değerli bir şey yoktur, farklı düşünce beğenmesek bile.
Çok sık verdiğim bir örneği anlatayım size; ortaçağda milyarlarca insan dünyanın düz olduğuna inanıyor, bir adam çıkıyor bir kişi diyor ki, dünya yuvarlaktır diyor, dünya düz değildir diyor. Sen misin dünya yuvarlaktır diyen; yakalıyorlar, engizisyon mahkemesine götürüyorlar, sen nasıl dünya düzken yuvarlaktır dersin diye. Aradan geçti yıllar, o bir kişinin söylediği mi doğruydu milyarların söylediği mi doğruydu? Ne oldu? Bir kişinin söylediği doğru oldu. Hepimiz onu görüyoruz zaten. Farklı düşünmek kadar değerli bir şey yoktur. Farklı düşünmek, merak kadar değerli bir şey yoktur. Meraklanmayan hiçbir insan yoktur. Çocuk dillendiği andan itibaren bu ne diye sorar, değil mi? Baba bu ne, anne bu ne diye. Biz ne deriz? Sakın konuşma, sus. Oysa o çocuğun merak duygusunu büyütürseniz yeni icatlara o çocuğun imza atmasına yol açmış olursunuz. Şunu kabul etmemiz lazım, Allah’ın bize bahşettiği en değerli şey akıl. Kur’anda bile aklınızı kullanmıyor musunuz diye sorar yüce Rabb’imiz. Bu ne demektir? Hayatı sorgulamıyor musunuz, eğriyi, doğruyu ayıramıyor musunuz, yanlışı görmüyor musunuz demektir. Biz farklı düşünenin hemen tepesine biniyoruz, hemen alıyoruz, hemen hapse atıyoruz. Eline silah aldı mı tamam at hapse hiçbir sorun yok. Birisini darp etti mi at hapse ama farklı düşündü diye bir insanı hapse atamazsınız, tutuklayamazsınız, gözaltına alamazsınız. Farklı düşünüyorum, ben böyle düşünüyorum diyor. Olabilir düşünebilir. Bakarsınız doğru bir şeydir onun düşüncesi, tarih onun doğru düşündüğünü belki gösterecek. Ama şimdi geniş kitleler onu kabul etmiyorlar, o düşünceyi benimsemiyor. Olabilir benimsenmeyebilir. Dolayısıyla insanoğlu aklıyla, insanoğlu dışındaki bütün canlılar önyargılarıyla hareket ederler. Biz aklımızla hareket etmek zorundayız. O nedenle hata kavramı insana özgü bir kavramdır. Aslan gidip bir ceylanı yediğinde, biz bu aslan hata yaptı diyor muyuz? Hayır içgüdüsüyle hareket ediyor. Aç, gidecek karnını doyuracak. Ama insanoğlu yanlış bir şey yaptığında bu hatadır diyebiliyor. Neden? Neden aklını kullanmadın, aklını kullansaydın bu hatayı yapmazdın. Başka? Hatadan ders çıkarmak gibi aynı hatayı tekrar etmemek gibi bir görevimizin de olması lazım.
Değerli arkadaşlarım, ne dedik? Yeni bir siyaset anlayışı, ahlaklı bir siyaset anlayışı getirmek zorundayız. Önyargılarımızı yıkmak zorundayız. Temiz siyaset, ahlaklı siyaset, vatandaşına hesap vermekten korkmayan bir siyaset, kul hakkına sonuna kadar sahip çıkan siyaset, harama el uzatmayan siyaset, rüşvete el uzatmayan siyaset. Niye bu siyaseti inşa etmiyoruz ve neden bu siyaseti dillendirenlere destek vermiyoruz? Hepinizin sorumluluğu var, benim de var söyledim.
Konuşacak aslında pek çok şey var ama izin verirseniz ben burada keseyim. Üç değerli arkadaşım konuştu, üç ayrı derneğin başkanı muhtar arkadaşlarım konuştu, düşüncelerini aldım, büyük dikkatle notumu da aldım, ben de kendi düşüncelerimi, partimin düşüncelerini size aktardım. Şu doğrudur, siyaset kurumunun demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğu doğrudur. Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır der anayasamız. O zaman vatandaş siyasi partileri yargılamak zorundadır; yanlış mı yapıyor, doğru mu yapıyor, benden aldığı vergiyi nereye harcadı? Hepiniz vergi ödüyorsunuz, hepiniz. Efendim benim vergi dairesinde kaydım yok ben ödemiyorum. Hayır efendim. Doğumundan ölümüne kadar her insan vergi verir. Doğar ve süt alırsınız, emzik alırsınız, altına bez alırsınız, su alırsınız, vergi ödersiniz. Elektrik düğmesine bastığınız zaman kaç vergi ödüyorsunuz biliyor musunuz? 4 çeşit. Elektrik düğmesine bastığınızda, elektrik yandığında 4 çeşit verginin de sayacı dönüyor. Musluğu açtığınızda 5 çeşit vergi ödüyorsunuz. Peki şu soruyu niye sormuyorsunuz, biz bu kadar vergi ödüyorsak bu vergiler nereye gidiyor? O kadar özelleştirme yaptık mal sattık nereye gidiyor? Dışarıdan dünyanın borcunu aldık, peki bu para nereye gitti? İçerden de borç aldık, dünyanın borcunu aldık, bu para nereye gitti?
Milliyetçilik konusunda bir şey söyleyip sözü bitireyim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Merkez Bankası ne zaman kuruldu? 1930 yılında. Osmanlının parasını basacak milli bankası yoktu, Osmanlının parasını yabancılar basardı. İlk kez bu topraklarda milli parayı rahmetli Atatürk arkadaşlarıyla beraber kurdukları Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası parayı basmaya başladı. Ne kullanıyoruz? Türk lirası. Vatandaşa diyoruz ki, borçlanmak istiyorum dolarla. Hangi vatandaşa? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına söylüyor, dolarla borçlanmak istiyorum diyor. Türk lirasıyla değil niye dolarla? Bu ülkede Türk lirası geçerli değil mi? Türk lirası geçerli. O zaman neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi vatandaşından dolarla borçlanma ihtiyacı hissediyor? Türk lirasına güvenilmediği için. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün bankalarındaki mevduatın yüzde 56’sı döviz mevduatı, biz bile kendi paramıza güvenmiyoruz. O zaman soru şu: Bizi yani vatandaşları, kendi parasına dahi güvenemeyen noktaya kim getirdi? Bu soruyla bitireyim.
Hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.

 

Yorumlar