Fatma TÜRKTEKİN

Yaşam Koçu - Öğrenci Koçu - NLP Uzmanı Koç Eğitmeni - Uluslararası Bestseller Yazarı


NASILSINIZ, GÜZEL ÜLKEMİN GÜZEL İNSANLARI?




Bu soru belki de en sık duyduğumuz sorulardan birisidir, selamlaşmanın hemen ardından… Her gün duyduğumuz bu soruya nasıl cevaplar veriyoruz peki? Verdiğimiz cevaplardan memnun muyuz? Eğer memnun değilsek bunu değiştirmek için bir adım atıyor muyuz? Bugün hem bu muhteşem dergide ilk yazım olduğu için, hem de siz müstakbel okurlarımla ilk buluşmam olduğu için sormak istiyorum:

Nasılsınız?

Nezaketen sorulan bu sorunun cevabı da aslında pek merak edilmez. Bu soruya rutin cevaplar vermeniz beklenir, karşınızdakini şaşırtmayacak cevaplar. Örneğin:

Yuvarlanıp gidiyoruz işte,

 İyi diyelim iyi olsun,

Ne olsun bildiğin gibi koşturmaca, …

Siz de size hatırınız sorulduğunda bu tarz cevaplar veriyor olabilirsiniz. Ya da soruyu geçiştirerek: iyi şükür, iyi olmaya çalışıyoruz şeklinde de cevaplar verebilirsiniz. Ama kabul edin ki bu ifadelerin hiçbirinde yaşama sevinci yok, tutku yok, keyif yok.

Biz İngilizce öğretmenleri nasılsınız sorusunu sınıfa her girişimizde sorarız; dersin bir rutini olarak. Hatta bu konuda bildiğiniz kalıplarımız var, hepiniz okul günlerinden hatırlarsınız bunları:

  • How are you? (Nasılsınız?)
  • Fine thanks, and you? (İyiyim teşekkürler, siz nasılsınız?)
  • I’m fine, thank you! (Ben de iyiyim teşekkür ederim.)

Yıllarca öğretmenlik yaptım, bir kez bile bu soruyu cevabını merak etmeden sormadım, soramadım! Öğrencilerimin nasıl olduğu beni hep ilgilendirdi, bu soruya verdikleri cevabın “HARİKA!” olması için hep çaba sarf ettim. Şimdi mademki bu yazıyı okuyorsunuz, sizin nasıl olduğunuzu da merak ediyorum. Nasıl olduğunuzla ilgileniyorum ve o cevabın harika, muhteşem, süper gibi coşkulu bir cevap olması için buradayım. O yüzden lütfen geri bildirimde bulunmaktan çekinmeyin, varsa sorularınız sorun ki değişim başlasın.

“Nasılsınız” sorusuna yukarıdaki rutin sıkıcı cevapları vermekten daha kötüsü başka bir cevabın mümkün olmadığını düşünmek, diğer insanların da sizin gibi hissettiğine inanmak, doğal olanın bu olduğunu düşünmek… Bir şeyin normal olduğuna inanırsanız, diğer insanlar da sizin gibi hisseder ve düşünürse; ne kadar rahatsız edici olursa olsun durumunuz, orada kalmak kolaylaşır. Bu yüzdendir ki değişmeye cesaret edemeyenler için “farklı sesler” tehdit gibi gelir.

“Nasılsınız” sorusuna verdiğiniz cevaplar artık daha çok dikkatinizi çekecek, hatta diğer insanların verdikleri cevaplar da! Belki kendi cevaplarınızı sorgulamaya başlayacaksınız. Gerçekten ben nasılım?

Neden yeterince iyi hissetmiyorum?

Bunu değiştirmek için neler yapabilirim?

Sorun nerede başlıyor bilmek ister misiniz?

Hepimizin sabah rutinleri var: Uyanır duşumuzu alır, kahvaltımız yapar, dişlerimizi fırçalar, işe gitmek için giyinir, erkeksek tıraş olur kadınsak belki makyaj yapar ya da nemlendiricimizi süreriz. Kişiden kişiye değişiklik gösterse de kişisel bakımımızla ilgilenmek zorunda hissederiz. Ne kadar yorgun ya da hasta olduğumuzun önemi yoktur, evden çıkmadan öz bakımımızı yaparız. Dişlerimizi fırçalamadığımız bir öğün olur belki ama bir gün, bir hafta, bir ay diş fırçalamamak gibi bir ihtimali aklımızdan bile geçirmek istemeyiz. Ya da duş almamak, saçlarımızı taramadan çıkmak, temiz kıyafetler giymemek… Örnekleri çoğaltmak mümkün, bedenimizin bakımını yapmaktan sorumlu hissederiz kendimizi. Fakat en az onun kadar önemli olan başka bir şey de nasılsınız sorusuna verdiğimiz cevapla ilgili. Duygusal anlamda birçoğumuz aylarca banyo yapmayan, dişlerini fırçalamayan, saçlarını taramayan mağara adamları gibi yaşıyoruz. Şöyle ki negatif duygularımızı; stresi, gerginliği, öfkeyi, kıskançlığı, vs. hiç bir sakınca görmeden üzerimizde taşıyoruz. Gittiğimiz her yere, ilişkilerimize, iş yerimize, ailemize taşıyoruz, yansıtıyoruz.

Eğer duygularımızın, düşüncelerimizin kokusu olsaydı öfke nasıl kokardı mesela. Tatlarını hissetseydik örneğin kıskançlığın, yine de ısrarla kendimizi başkalarıyla kıyaslar deli gibi kıskanır mıydık? Negatif her cümlemizi hastalık gibi bulaştırdığımızı bilseydik yine de sürekli şikâyet eder miydik? Duygusal çöplerimizi ailemizin, sevdiklerimizin üzerine boşaltmakta bir sakınca görmez miydik? Gözlerimizle bu kiri görsek, kokusunu veya tadını alsak yine de bu negatif duygulara ısrarla sarılır mıydık?

Duygu ve düşüncelerimizden tamamen biz sorumluyuz ve her sabah nasıl kişisel bakımımızı yapmadan evden çıkmıyorsak bu alanda da temizlik yapmamız gerekiyor. Her sabah rutinimize birkaç ilave yapmak bile büyük bir fark yaratacaktır. Her gün kendimize enerjimizi yükseltecek şeyler yaparak güne başlamak için beş dakika olsun ayırmak nasıl olurdu? Bu beş dakikada ilham veren birkaç söz okumak, komik bir video izlemek, dans etmek, hedeflerimizi vizyonlamak, şükretmek, meditasyon yapmak, keyif aldığımız herhangi bir şey yaparak güne başlamak… Bir hafta bunu deneyin, farkı gördükten sonra; eğer beş dakika bu etkiyi yaratıyorsa kim bilir on beş dakika veya bir saat neler yapar merak edeceksiniz.

Belki diyeceksiniz ki; iyi de nasıl iyi olayım… gibi sorunlarım varken?

Sorun ne olursa olsun, sizin iyi olmamanızın, endişelenmenizin, korkmanızın, şikâyet etmenizin, üzülmenizin, sinirlenmenizin, birilerini veya kendinizi suçlamanızın çözüme asla katkısı yok. Hatta tam tersi, sorununuzun katlanarak büyümesine katkısı var. Yaşınız, işiniz, ne olursa olsun sabah güne kötü başlayıp diğer insanlara da bu negatif ruh halinizi yansıtarak günden alacağınız veriminizi düşürür, sağlığınıza zarar verir, ilişkilerinizi yıpratır, problemlerinizi beslersiniz.

Stresli bir yaşam sürme alışkanlığınız varsa bunu değiştirmeniz zaman alabilir ama önemli olan her gün ısrarla bu kararı vererek güne başlamak, disiplinli bir şekilde mutlu olmak. Göreceksiniz o kaygı çektiğiniz işler su gibi akacak, işleriniz denk gidecek, harika insanları çeken bir mıknatıs gibi olacaksınız.

Nereden mi biliyorum?

Son çalıştığım özel okulda 8-5 mesaisiyle, İstanbul trafiğinde eve gelişim 18.30 u bulurken, kendime zaman ayırdığım vakit gece yarısından sonraydı. Nihayet bana sıra geldiğinde gün bitmiş oluyor diye üzülüyordum. Her sabah saati 6 ya kurar, hazırlanır 7 de evden çıkardım. Sonra aldığım eğitimlerden ilhamla bir karar verdim: her sabah saati 5.55 e kurup, güne sevdiğim bir şeyi yaparak keyifle başlayacaktım. Benim için bu dans ve müzikti, Sabah 5.55’te evde herkes uyurken kulaklıkları takıp seçtiğim 2 parçayla dans ettim. Hayatımda sadece bu değişikliği yapmak bana inanılmaz güzellikler kazandırdı, işlerim daha yolunda gitti, gelirim arttı, harika sürprizler oldu, muhteşem insanlarla tanıştım ve ilham aldım… Sonra dedim ki 5 dakika bunları yaptıysa kim bilir 15 dakika veya daha da iyisi 1 saat kendime vakit ayırarak güne başlarsam neler olur kim bilir? Bunu düşünmekle kalmadım ve harekete geçtim; kendime her sabah en az 45 dakika ayırarak güne başladım veeee:

  • Uluslararası online bir eğitimde tanıştığım 2 kadınla yine bilgisayarda bir araya gelerek toplantılar yapmaya başladık,
  • Bu toplantılardan birlikte kitap yazma kararı çıktı, 3 farklı kültür ve dinden 3 kadın olarak kitabımızı yazdık ve amazonda yayınlattık, 6 ülkede birinci olarak Uluslararası Bestseller unvanı aldı kitabımız.
  • 4 yıldır yarım zamanlı, öğretmenlikle birlikte yürüttüğüm Yaşam Koçluğu, Öğrenci Koçluğu ve Yazarlık işini tam zamanlı yapma kararı ile İngilizce Öğretmenliğini bıraktım.
  • Yaşam Koçu Eğitmeni olarak, sertifikalı Yaşam Koçları yetiştirmeye hak kazandım.
  • Hedefim seçtiğim ve beni seçen insanlarla, birlikte seçtiğimiz saatlerde çalışmaktı ve başardım.
  • Günüme şükrederek, penceremi açıp mis gibi temiz havayı içime çekerek, ilham veren birkaç cümle okuyarak, yürüyüş yaparak başlıyorum. Devamında da verimim artmış olarak işlerime yoğunlaşıyorum.

Ben eğer “kırkımdan sonra yeni meslek sahibi mi olacağım” diye düşünsem, bunların hiç biri olmayacaktı. Danışanlarımdan her gün gelen güzel haberler ve teşekkür notları olmayacaktı. Ben her güne iş yoğunluğundan, uykusuzluktan (ki 3 saatlik uykuyla işe gittiğim çok oldu) şikâyet ederek başlasaydım, okulda öğrencilerime ilham olmak dursun belki onların kâbusu olacaktım. Hatta benim yüzümden İngilizceden nefret edeceklerdi. Sonra çok kötü bir gün geçirip eve geldiğim için çocuklarıma sabrım kalmayacaktı ve onlarla ilişkim bozulacaktı. Eşime surat asıp şikâyet edecektim, ikimizin de günü daha da zorlaşacaktı. Kendime 5 dakikayla başlayıp 1 saate kadar vakit ayırarak güne başlamasam, belki iyi olmaya çalışarak, yuvarlanıp giderek eh iştebir hayat yaşayacaktım en iyi ihtimalle. Şimdi ise kendim olmaya izin veren, içimdeki potansiyeli her geçen gün ortaya çıkaran, bunu yapmak isteyenlere ilham ve yol arkadaşı olan bir yaşam koçu ve yazarım. İstiyorum ki güzel ülkemin güzel insanları yuvarlanıp gitmekten daha iyisini yapsın şu hayatta.

İstiyorum ki azıcık trafik sıkışınca öfkeden deliye dönmeyelim,

Sıra beklemeye tahammülümüz olsun,

Birbirimize gülümseyebilelim,

Herkes işini severek ve keyifle yapsın ya da değiştirsin,

En ufak problemleri kaos haline getirmeyelim,

Daha hoşgörülü ve sevgi dolu olalım,

Belki de o değişimi kendimizden başlatma zamanı çoktan gelmiştir!

Peki, şimdi nasılsınız?

Bu konuda neler yapacaksınız?

Her Şey Düşüncede Başlar!

Sevgiler

Fatma Türktekin